İçimizdeki Şeytan'dan birkaç alıntı...
Ömer'in Kadıköy'den Köprü'ye giden vapurda karşısındaki kanapede oturan bir kız için arkadaşına aktardığı duyguları..
" ... Müthiş bir şey oldu veya olacak. Şurada gördüğüm genç kız, bana, daha dünyaya gelmeden, daha dünyanın, daha kainatın teşekkül ettiği sıralardan tanıdığım birisi gibi geldi. Sana nasıl anlatabilirim. ' İlk görüşte deli gibi aşık oldum, yanıyorum, tutuşuyorum' gibi laflar mı söyleyeyim?...
...
...Korkunç bir vaziyet karşısındayım. Onu bir kere gözden kaybedersem ölünceye kadar ömrüm yalnız aramakla geçer; ve herhalde bu müddet pek kısa olur. Of be! Saçmalıyorum. fakat fevkalade doğru söylüyorum. Onu bir daha hiç görmemek ihtimali en feci ve maalesef en akla yakın olanı. Düşün ki şu anda çehresini hatırlayamıyorum bile, fakat hafızamdan daha derin bir yerde onun bir taşa hakkedilmiş kadar keskin bir tasvirinin, akılların almayacağı kadar eski zamanlardan beri mevcut olduğuna eminim. Şu kalabalığın içine gözlerim kapalı olarak karışsam bir kuvvet beni muhakkak hiç şaşırtmadan doğru ona götürecektir."
Ömer'in pansiyonundaki karanlık salonda toplanan, Macide'nin hoşlanmadığı arkadaşları, Nihat, Profesör Hikmet ve etrafındaki gençler aralarında bağıra bağıra konuşurlerken, Macide'nin Ömer ile ilgili aklından geçenler..
"Ömer'in kati hareketlerden ve kararlardan kaçmak ve hoş olmayan bir meseleyi olduğu gibi bırakarak el sürmemek youlndaki temayülünü öğrenmişti. Herhangi bir işe kendini vererek uğraşmak, bir meseleyi tatlı veya acı bir neticeye bağlamk genç adamı ürkütüyor ve o, birçok şeylerin farkına varmadan yaşamayı ve nihayet hadiseler, kendilerinden kaçılamayacak kadar sıkıştırınca, ani ve şiddetli kararlar, o anda aklına gelen hareketlerle işin içinden sıyrılmayı ve her şeyi koparıp atmayı tercih ediyordu."
Macide'nin Ömer'e yazdığı mektuptan..
"... senin arkana takılıp geldiğim günden beri bunun böyle olacağı hakkında içimde garip bir korku vardı... Bu korkunun sebeblerini düşündüm, üç ayı geçen beraber hayatımız esnasında, bu anın gelmemesi için neler yapmak lazım olduğunu araştırdım, nihayet kendimi tesadüflerin ve hayatın eline bırakmaktan başka çare kalmadığını gördüm..
... Kimbilir ne gibi sebeblerle tesadüf bizi birleştirdi. Sen beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum.. Hem nasıl seviyordum.. Hislerimde bugün de bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu. ...
...Huylarını, yaptığın işleri beğenmiyordum demeyeyim, fakat anlamıyordum. Sen de benim birçok şeylerimi anlamadığını inkar edemezsin. Böyle olduğu halde nasıl garip bir kuvvet bizi birbirimize bu kadar sağlam bağlamıştı? İlk andan itibaren tamamıyla başka dünyaların insanları olduğumuzu anladığım halde beni burada tutan ve seni gördüğüm zaman içimi sevinçle dolduran neydi? Acaba şu senin her zaman bahsettiğin ve her hareketinin kabahatini yüklediğin şeytan mı?...
... Hayatta kendi düşüncelerim ve kararlarımdan başka birtakım kuvvetlerin emri altına girmek asla tahammül edemeyeceğim bir şeydi. Aynı zamanda, seninle beraber bulunduğum müddetçe, nedense irademi kullanamadığımı gördüm. Sana, senin irdene tabi olmak bana ağır gelmezdi, fakat aramızda hiç olmasa en küçük müşterek bir nokta bulunması, yaptıklarından hiç olmazsa bir kısmını benim de doğru ve iyi bulmam lazımdı.
...."
Bedri'nin Beyazıt'tan Sultanahmet'e yürürlerken Profesörler ve Muharrirler hakkında Macide'ye söylediklerinden..
"Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zeka itibariyle olsun, yarım yamalak bilgileri itibariyle olsun, merhamete muhtaç bir halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Herşeyleri iğreti, her vasıfları, her kanaatları iğreti.. Basit bir insan, mesela hiç okuması olmayan bir köylü, bir amele, lalettayin bir dam bunlardan çok daha mükemmel bir bütündür.... bu efendilerin hiçbiri kendisi değildir....
....
...belkemiksiz malumat ve kanaatlar mütamadiyen kopar, birbirinden ayrılır, sahibiyle münasebetlerini mütamadiyen değiştirir. Çünkü hiçbirinde fikirler ve bilgiler şahsiyet haline gelmemiştir. Hiçbiri ukalalık etmek için malzeme toplamaktan başka bir şey düşünmemiştir. hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır...
....
Bir insanın, bilgisi, düşünceleri, mantığı, ahlakı, hulasa her şeyiyle bir kül olduğunu henüz anlayan yok. Bu muhtelif taraflar bir insanda ne kadar ayrı çehre gösterrirse göstersin, bir noktada birleşir ve bir ahenk vücuda getirirler.."
Ömer'in Bedri'ye söyledikleri..
"...On günden beri kendi kendimle hesap görüyorum. Müthiş açığım çıktı...Alay etme... Gayet ciddi ve doğru söylüyorum. .... Bugüne kadar ne yaptığımı düşündüm....
Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı?
...Kendilerini derecesiz bir zeka ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekam bütün kuvvetini içinde bulunduğu ana sarfediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi...
...İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulunu bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. İçimizdeki şeytan, pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu.. İçimizde şeytan yok.. içimizde aciz var.. Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey : hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder